24 Nisan 2010 Cumartesi

Bir+Bir

Bir+Bir Nisan sayısında röportajım vardır, duyurulur.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Kadınlardan Yanayım



2009'da yayımlanan ve bir 'milli roman parodisi' olarak sunulan Kadın Düşkünü'nün yazarı Kemal Safa Güntekin, geçtiğimiz günlerde ikinci romanı Rita'yla okur karşısına çıktı. Güntekin yeni romanını SERAP UYSAL'a anlattı, "Bu kitapta kadınlıktan yana olduğumu açıkça ortaya koyuyorum," dedi




Size öncelikle bu 'mahlas' meselesini soracağım. Neden mahlas kullanıyorsunuz?
- Bunu bir kaç kez söyledim. Romanın kendisi, anlatılan hikâye pek konuşulmuyor, boy boy fotoğraflar çekiliyor. Öyle ki pazarlanan edebiyat değil, yazarın kendisi oluyor. İşte, "beni alana yanında bir de kitabımı da veriyorum!" gibi bir şey bu. Aslolan hikâyedir benim için. İsimler, imzalar, mahlaslar hiçbir biçimde önemli değildir. -

Rita bir kadın hikâyesi sayılabilir mi?
- Siz ne yazarsanız yazın, okurun malı oluyor roman. İstenildiği biçimde yorumlanabilir yani. Örneğin Kayserililer Rita'yı bir Kayseri romanı sayabilirler. Ben herbiri kendi içinde okunabilecek bir üçleme, bir dönem romanı yazdığımı düşünüyorum. Ama hınzırlık edip, soruyu baştan alabilirim: Hayır, Rita bir kadınlık hikâyesidir de diyebilirim. Bir kadının başından geçenleri anlatmadım ama kadın sesini aradım, onların arasından yazmaya çalıştım, bütün unsurlarıyla kadınlığı anlatmak istedim.

Kadın Düşkünü'nde ilk dönem romanlarımızın pek çok kalıbı ters yüz ediliyordu. Bu defa parodi azalmış, diğer yandan ilginç 'bir sanat romanı' vurgusu yapmışsınız.
-Düşkünler'i bir üçleme olarak tasarladığımda mizahi ölçüyü her bölümde azaltmayı düşünmüştüm. Bu fikrimden caymış değilim ama yazılmamış bir üçüncü romandan söz ediyorum, ne çıkar şimdiden kestiremiyorum. Parodi meselesinde haklı olabilirsiniz. Kadın Düşkünü'nde daha görünür, daha sert bir sınıfsal ayrım vardı. Abartmak ve teşhir etmek hususunda daha rahat davrandım. Rita, değişen, kimileri zenginleşen bir eşraf çevresinde geçiyor. Yaşama biçimleri birbirlerine benzeyen insanlar bunlar. Daha dolambaçlı bir entrika kurmak istedim. 'San'at romanı' ifadesi ise bir ironi, bunun aşikâr sanıyorum. Mevcut kullanım biçimlerine, kendini tüketen bir narsizme ve tabii kendime ve meydan okuyuşuma yönelik bir gönderme bu...

Dönem romanı yazdığınız için soruyorum. 50'li yılların önemi nedir? CHP-DP/AP geriliminde gerek 14 Mayıs gerekse 27 Mayıs daima farklı biçimlerde anlatılır, DP'li yıllar hayatımızı nasıl etkiledi sizce?
-50'li yıllar, tek parti sultasından, padişahlık ve paşalık kurumunun dayatmalarından ilk sivil çıkış denemesidir. Halkın seçimidir. Fakat seçilenler de paşalık ve ağalık kurumunun başka yerlerinde eğitilmiş diğer elitler olduğundan, aynı zamanda siyasi yalanın, rüşvetin, dalaverenin, dikta eğilimlerinin de kışkırtıcısı olmuşlardır. Şu tarafı ilgi çekici mutlaka: DP, şehir ve köy arasındaki açığı kapatmak için kapitalist iktisadın en gözü dönmüş zengin destekçisi kadrolarına sahip olan, siyaseten komünizm düşmanı herkesle kolkola giren, dini siyasete alet etmek fiilinin başlatıcısı bir siyasal kültürün temsilcisidir. Öncesiz ve sonrasız değil elbet, Türkiye'nin neredeyse tamamını sağcı hale gelmesinde failler arayacaksak o döneme de bakmak gerekiyor. 14 Mayıs ile 27 Mayıs rekabetine odaklanmadan bakmak lazım üstelik.

Her iki romanda da karşımıza çıkan karakterlerden biri Kör İhsan...
- Ben Türkiye halkına giydirilmiş siyaseten sağcılıkla körlüğün temsilcisi olan bu adamı çok inanarak yarattım. Bakınca anlarsınız: Kör İhsan her iki romanda da küçük kıyametlere neden olan biri... "Kötüler kazanır" da diyebilirim, iyi de adam kör de diyebilirim. Bu açıdan bakıldığında roman kahramanına mesafeli durabilmeyi güçleştiren bir karakter, epeyce didişerek yazdım. -

Necip Bey ise bugüne yönelik bir gönderme sanki.
-Bu tür karşılaştırmalar yapmak istemem. Elbette yazdıklarımızı günün koşulları etkiliyor; yoktan, hiç bilmeden tahayyül etmiş değilim. Necip Bey, 'siyaset-üstü' bir adam benim için. Her şey oluyor, bitiyor ve sonra o gelip ne istiyorsa onu yapıyor. Bazen bir karikatür gibi algılansın bazen de "Var be böyle adamlar!" dedirtmek istedim. Böyle adamlar tanıdım, böyle adamları taklit eden adamları da tanıdım. Türkiye'yi kim yönetiyor diye düşünmemiz gerekiyor. Necip Bey, bu türden adamların ilkel bir örneği ve atası benim için...
Son soru anlatımınızla ilgili. Anlatıcıları nesnelerden seçmişsiniz...
-Nesneler anlatıcı olunca hikâyede fail olmayan birilerinin izlenimlerini izliyoruz. Herkes bize bir fotoğraf gösteriyor aslında. Yapmak istediğim özellikle düşkünlüğün kolektif bir portresini çıkarabilmekti. Böylesi bir anlatımda özellikle erkekler, çok sayıda olsalar da hepsi aynı şeyin peşindeler. İsimler değişiyor ama bütün erkekler para hırsıyla dolu, hepsi de ruh ve seviye bakımından düşkün. Arsız, şehvet ve hasetten aklı şaşmış insanlar. Bu kitapta kadınlıktan yana olduğumu açıkça ortaya koyuyorum. Erkeklik bu haliyle kadınlığın rahle-i tedrisatından geçirilecek ilkel canlılara tekabül ediyor. Kitapta bunu gösterdiğimi sanıyorum, yani lafını söyleyip eylemden kaçıyorsam, yuh olsun bana, kalemim kırılsın!

6 Mart 2003, Sabah