30 Aralık 2009 Çarşamba

Parodi Değil, Asla!



Anjelik, bana çok doğru bir soru sordu:
"Koko, senin şu roman, yani Kadın Düşkünü adını verdiğin, gerçekten parodi midir?"
"Bir roman tarzının parodisi olduğu doğrudur. Fakat daha önce yazılmış romanların parodisi olduğunu sanmak külliyen yanlıştır!"
"Hah, tam da buydu aradığım cevap!"
"Niye, ne oldu ki?"
"Geçen bu kitap hakkında konuşuyorduk, birileri dedi ki, 'yav bir Kadın Düşkünü diye roman varmış, daha önce yazılmış romanların parodisiymiş, çok eğlenceli diyorlar ama biz o dalga geçilen romanları okumadık ki, Kadın Düşkünü'nün neyle gırgır geçtiğini nasıl anlayacağız, bilemiyoruz.' Gülmüşüm. 'Niye gülüyorsun?' dediler."
"Evet, niye güldün ki?"
"Yav, insanlar niye kendileri okuyup da bir karara varmaz? Herkes artık Ekşi Sözlük'e bakıp ekabirin ne dediğini anlayarak kitap okuyor, bunları düşündüm güldüm. Ne var yani?"
"Niye güldüğünü açıklamadın."
"Benimle konuşurken sesini yükseltiyorsun."
"Tamam, sükunetle soruyorum, niye güldün?"
"Şundan: Seni düşündüm. Bana ettiğini bırakmamıştın düzeltileri yaparken. Hah gördün mü bak seni de nasıl anlıyor millet diye güldüm. Bir de seninle çalıştığım anlaşılmasın istedim..."
"Saklamasaydın! Zaten herkese yaydığını biliyorum benim kim olduğumu."
"Bak, senin kendi kendine sağda solda ben yazdım o romanları, adımı da takma ad koydum dediğini işiten bir sürü insan gördüm ben. Her şeyi benim üstüme atma."
"Bir bu eksikti. Kızım sen benim başımın belası mısın?"
"Böyle gizli gizli oturmaktan iyice canın sıkılmış senin."
"Çok bilmişsin sen."
"Düzeltileri ben yapıyorum. Çok bilmem bir kusur olmasa gerek."
"Anjelik, şu omzuma bir masaj yapar mısın?"
"Hasta mısın?"
"Hah evet, tam da... Hah, yukarı, kafaya doğru..."
"Bazen iyi bir insan olduğunu düşündüğüm oluyor."
"Hah hah, işte tam orası."
"Bir yıl daha geçti Koko, ne diyorsun?"
"Tamam, şimdi işimize bakalım."



17 Aralık 2009 Perşembe

Nomos

Bu ülkede bir zamanlar İse, Meryem, Musa, Cebrail, Mikail veya Davut gibi isimleri olan Müslüman çocukları çoktu.
Artık onlardan pek kalmadı, özellikle İsa ve Meryem'e hiç rastlanmaz oldu.
Eskiden iki katlı evler, Arnavut kaldırımlı sokaklar bir söylentiden ibaret değildi.
Eskiden adı Gülbeyaz veya Gülfidan olan Ermeni kadınlarına; Elmas veya Gülendam adlı Rum kadınlarına rastlamak hiç şaşırtıcı olmazdı.
Eskiden kiliselerde Türkçe ibadet edilirdi.
Eskiden tekkelerde, dergahlarda Türkçe ibadet edilirdi.
Bize sadece İslamın Arapça ibadet edileni, şehirlerin eski kültürleri tanımayanı, Hıristiyanların Türkçe ibadet etmeyeni kaldı.
Bütün kiliseleri dinamitle yok eden, tarihi varlıklara son veren ülkemizde, en ufak bir Hıristiyanlık tartışması yapıldığında misyonerler var diyerek ayağa kalkanlar, onu bunu fişletenler, şimdi İsviçre'deki minare yasağını ayıplamakla meşguller.
Meğer ne kadar demokratmışlar da haberimiz yokmuş.
Minarelere izin vermeyenler size bakarak böyle davranmış olabilir, unutmayın.
Bana kalırsa, ben ne camiye, ne kiliseye, ne havraya giderim ibadet etmeye. Fakat hepsini de görmeye giderim.
Bana göre inanca ve düşünceye yasak yanlıştır. "Senin düşünceni yok edeceğim" diyene yasak konabilir yalnızca.
Kilise yıkanı, minare dikmeyi engelleyeni yasaklamalı.
Sahi bütün bunları neden düşündüm? Geçen aklıma Suzan, İris, Tomris gibi adları olan kişilerin de giderek azaldığı gelmişti.
Bunlardan biri beni uyardı, neden hep yazarlıkla ilgili şeyler yazıyorsun diye. Sanırım böyle şeyler yazmamı istiyordu.

NOT: Anjelik geri geldi. Tam bunları yazarken. Onsuz çalışamadığımı kabul etmem gerekiyor, çok kızsam da onsuz yapamam ben. Bu yazımı da düzeltip o yayımlayacak, ne yapalım.

27 Ekim 2009 Salı

Erkek Düşkünü Geliyor!

Bu resimde gördüğünüz kişi ben oluyorum haliyle. Çok yakınlarda meraklı çizer arkadaşım Koray Kuranel'e poz vermiştim. Sağolsun. Kamuyla ilk kez tanıştırıldığım resmimdir.


Yazdım, yazacağımı söylemiştim.
Anjelik yazacağım yazacağım diyerek ısrar etmeme bir türlü anlam veremediğini söyledi.
Ha, evet söylemeyi unuttum, çoktan geri döndü. Bensiz olmaz. Bensiz olmaz.
Yazdım diyorum da neyi yazdım, Erkek Düşkünü'nü.
Kadın Düşkünü'nden sonra, sıra bundaydı, çoktan planlarımı yapmıştım, çok sıkı çalıştım, uğraştım, Memleket Romanı olarak bugüne kadar örneği olmayan bir şey ortaya çıkardım.
Kim bilir? Belki de ağır bir vehim içindeyim.
Bunu Anjelik'e şunu okuduğumda anladım. Önce neyi okuduğumu göstereyim sonra anlatırım:


Kel İrfan:
“Romus uydurma bir isimdir efe’m” dedi, “Türkçe adlar R harfiyle başlamaz. Meselenin aslı şudur: Roma’yı Uruz Koca’yla Durdu Oğuz kurdular, zamanla bu adı söylemeyi beceremeyen Latinler, biraz da bizden bu tarihi çalabilmek için onlara Romus ve Romulus dediler. Roma’nın ilk adı Uruzlama’dır.”
“Yaşa” dedi Kör İhsan sevinçle.
Sami Bey:
“Tüm dünyanın Türklerin anayurttan çıkıp dağılmasının izleriyle dolu olduğunu işte bir kör adam bile görüyor ama” dedi mutlulukla gerinerek, “koministler –böyle diyordu, kominist demeyi pek de sever bir hali vardı- göremiyor.”
Birden arı gibi vızıldamaya başladılar. Çok sevdikleri bir konuydu bu. Kaç kere tekrarını dinledim, hiç bıktıklarını görmedim. Hem söyler hem eğlenirlerdi.

Bu bölümü ve devamını okurken Anjelik tırnaklarıyla uğraşıyordu. Onları yakından inceliyor, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Sinirlendim haliyle.
"Ne yapıyorsun?" dedim.
"Sayıklıyorum."
"Ne demek bu?"
"Roman diye yazdığın şey ne ise, benim de yaptığım o."
"Hay yaşa!"
"Neden, ne oldu?"
"Estetik bir çözümleme yaptığının farkında mısın?"
"Hayır, şu anda çok canım sıkılıyor ve çatacak adam arıyorum."
Neyse Şubat 2010'da kitabın çıkacağını söyleyeyim. O zamana kadar, çeşitli gelişmeleri haberdar ederim. Ama umarım şu Anjelik alçağını kapı dışarı ettiğimin haberini de veririm, ilgilenenlere.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir Küçük Olay


Yardımcım Anjelik dün işe gelmedi.
İş de ne, oturup dedikodu yapacaktık. Malum, Kadın Düşkünü çıktıktan sonra benim hakkımdaki dedikoduların dedikodusu çoğaldı ya bunları öğrenecektim. Ona ayrıca
"Erkek Düşkünü'nü bir bitireyim, siz görürsünüz" diyerek bir meçhule diş gıcırdattığımı neden önüne gelene söylediğini soracaktım. Çünkü bu doğru. Kime diş gıcırdattığımı bilmediğim de doğru.
Kız çıktı bu sabah geldi. Sevinçli bir hali vardı:
"Koko" dedi, "Ben de bir roman yazmaya başladım."
Küçümsedim tabii.
"Eh, yazarsın. Niye yazmayasın" dedim. Yani "bir sen eksiktin" demeye getirdim.
"Adımı seçemiyorum. Ne koysam?"
"Anjelik nene yetmiyor?"
Bana ters ters baktı.
"Reşat Safa Gürpınar olabilir" dedim.
"Yok senin adına çok benziyor."
Gözünü tavana dikti. Düşündüğünü gösterir gibi bir hali vardı, düşünmüyordu.
Takıldım:
"Tarık Orhan Kozanoğlu sana çok yakışır."
Bir kahkaha attı. Sonra alaycı alaycı sırıttı:
"Kitabımın adını da Benim Adım Minyeli Küçük Kırmızı Ağa koyayım mı?"
"Eh, evet. Ama beni taklit etmekten eline ne geçer, bilemem."
"Tarih tekerrürden ibarettir patron."
"Pöh. Bence tarihte tekerrür eden tek şey, senin gibilerin belli aralıklarla 'tarih tekerrürden ibarettir' demesidir. O da tekerrür değildir ya neyse."
"Yoo, ben her gün yemek yiyorum, her hafta buraya geliyorum, aynı dedikoduları işitiyorum."
"Dedikodu dedin de aklıma geldi. Söyler misin, niye sağda solda benim Erkek Düşkünü'nü yazarken bilinmeyen kişilere diş gıcırdattığımı söylüyorsun?"
Anjelik düşündü, bekledi, neden sustuğunu sorduğumda yüzüme baktı:
"Tarihi tekerrür ettirmek istemiyorum Koko." dedi; "Gideyim ben."
"Ettir kızım. Hadi bu sefer de çık git. Bir daha da gelme ki. Tekrarı olmasın."
Çıktı gitti. Biliyorum, üç gün sonra dayanamaz, gelir.
Çünkü hayat her gün yenidir.






2 Haziran 2009 Salı

Yardımcım Anjelik


Tatlı kızdır, bana eskiden tanıdığım birini hatırlatır. İstanbullu bir Ermeni ailesinin kızıdır, Ankara'da Fransız Dili ve Edebiyatı'nda öğrencilik ederken, bir yandan da bana haftada bir gün yardıma gelir .

Çok iyi dedikodu eder. Yazarların tüm özelliklerini ondan öğrenirim. Mesela gelecek iki yüz yılın yazarının -Aslı neydi, yok muydu, şeydi- Erdoğan'ın akrabası bir kız var ya, hah o olacakmış der, öyle bir güler ki ben o anda Aslı falan olmak istemem doğrusu. Elif Şafak da bu kızdan nasibini alır, hani şu kadın Sabancı patron var ya, Elif Şafak'ın onunla kahvaltıya gittiğini bu kızdan öğrendim, meğer Sabancı yirmi bin AŞK kitabını çalışanlarına armağan etmiş.

Anjelik'in sağda solda beni çekiştirdiğini de biliyorum ama ona bir şey yapamıyorum. Çünkü ne zaman ağzımı açacak olsam bana hep gülümsüyor. Üstelik hep beni kolluyormuş gibi görünüp "Sen de bir aşk romanı yazsana Koko" demeyi unutmuyor. Bu aslında ufaktan tefekten beni küçümsemektir. Yüzümün aldığı şekli izleyip eğlendiğini tahmin ediyorum.

Bana geçenlerde "Patron, sen çok geç kaldın, ellisine kadar beklemiş, ortalığa çıkmayan, medyatik olmayı sevmeyen, kadınlarla skandalı olmayan bir yazar olunur mu, hangi çağdasın" bile dedi! Bunu öyle söyledi ki karşı koyamadım, bütün lafları yedim. Düşünün, yeni yetme bir kız benim gibi sakalı ağarmış adama öğüt veriyor! Akıl alacak şey değil. Şimdiki gençler "haddini bilmez benlik anıtı" diye bir şey yapılsa, ona ilham kaynağı olabilir, bu anlaşılıyor.

Neyse, kızımın iyi tarafı şu ki, haftada 150 liraya yanımda çalışıyor, günün dedikodularını bana getiriyor, yazdıklarımı temize çekiyor, benimle röportaj yapıp sahte isimle yayımlıyor. Ankara'da ondan daha ucuzu yok, bulursam düşüneceğim.
Ne yapalım, yine de tatlı dilli bir kerata.

Geçen bana bazı ayı kılıklı heriflerin bıyık burarak "Mademki Ermenisin, o halde vermelisin" diye laf attığını söyledi. Ben de ona bir kavanoz içine birkaç gram bok koymasını, yanında gezdirmesini, böyle diyenlere kavanozu vermesini ve içindekinin ne olduğunu anlayana daha fazlasını vereceğini söylemesini öğütledim.

Beni ciddiye almışa benzemiyor.




Sokağa İnen Fil

dünyanın bütün filleri sokağa çıkın!